Yenilenebilir kaynaklarla savunma sanayi mümkün mü?

Yazar: Dr. Barış KUMRU

Petrol rafinerisi, insanlığın geliştirdiği en önemli teknolojilerden biri. Yer altındaki ham petrol, farklı kimyasal moleküllerin karmaşık bir karışımını barındırıyor. Rafineri süreçleri sayesinde bu kaotik karışım işlevsel yapı taşlarına ayrıştırılıyor ve farklı uygulamalar için kullanıma sunuluyor. Savunma durumlarında ülkelerin gerek duyduğu enerji istihdamı bu sayede sağlanıyor. Savunma amaçlı çalışan sanayilerde petrorafine sonucu elde edilen yakıtlar enerji sağlıyor. Ancak, savunma sanayisi için gelişmiş organik malzemeler de gerekiyor ve petrorafine prosesi ve birkaç kimyasal dönüşüm sonrası ortaya çıkan ürünler savunma sanayisinin temelini oluşturan gelişmiş malzemeler için kritik hammadde haline geliyor.

Karbon fiber takviyeli polimerler (CFRP) gibi modern kompozitler, hafiflik ve dayanıklılığı bir arada sunarak uçak ve insansız hava araçlarında devrim yarattı. Bu malzemelerin üretiminde kullanılan polimerlerin çoğu ise doğrudan petrol türevlerine dayanıyor. Dolayısıyla savunma ve havacılık sektörlerinin yenilik kapasitesi, büyük ölçüde petrolün ve rafineri teknolojilerinin erişilebilirliğine bağlı.

Ancak fosil yakıtlara olan bu bağımlılığın hem jeopolitik hem de çevresel sonuçları var. Petrolün belirli bölgelerde yoğunlaşması, tedarik zincirinde kırılganlık yaratıyor ve küresel güç dengelerini etkiliyor. İşte tam da bu noktada biyokütle öne çıkıyor.

Biyokütle ve saklı karbon enerjisi

Bitkiler ve tarımsal atıklar gibi biyokütle kaynakları, petrol gibi sınırlı bölgelerde değil dünyanın her yerine dağılmış durumda. Ancak, çoğu zaman bunun gibi değerli karbon içeren sistemler görmezden geliniyor. Son zamanlarda ivme kazanan biyorafineri yaklaşımı ile bu tarz ürünler ham madde olarak kullanılarak çeşitli platform kimyasal üretimine kaynak sağlıyor. Lignoselüloz gibi bileşenleri ayrıştırılarak polimer, reçine ve elyaf üretiminde kullanılabiliyor. Bugün biyobazlı epoksi reçineler İHA ve uçak yapılarında test edilirken; keten ve kenevir gibi doğal lifler de takviye malzemesi olarak değerlendiriliyor.

Tıpkı atık yağlardan sürdürülebilir uçuş yakıtı üretilmesi gibi, biyoyakıtların ötesinde, biyokütle tabanlı polimerler ve kompozitler savunma teknolojilerinin ihtiyaç duyduğu hafiflik, ısıya dayanıklılık ve mekanik mukavemeti sağlayabilir hale geliyor. Biyorefineri teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde, biyokütle molekülleri artık petro-kimya ürünleriyle yarışacak özelliklere sahip hale getirilebiliyor.

Stratejik fırsat 

Türkiye, Tayland ve Hollanda gibi güçlü tarım ve orman kaynaklarına sahip ülkeler, biyokütleyi stratejik bir avantaja dönüştürebilir. Bu dönüşüm hem petrol bağımlılığını azaltacak hem de savunma sanayisinin tedarik zincirinde güvenlik sağlayacak. Aynı zamanda çevresel etkileri azaltarak sektörün sürdürülebilirlik hedefleriyle uyumlu hale gelmesini mümkün kılacak.

Savunma teknolojilerinin petrol rafinerisine bağımlılığı, alternatif çözümlere yönelmenin aciliyetini ortaya koyuyor. Biyokütle, yenilenebilir ve coğrafi olarak yaygın yapısıyla bu boşluğu doldurmaya aday en güçlü seçeneklerden biri. Biyorefineri inovasyonuna yatırım yapmak ve savunma sektörü ile işbirliğini güçlendirmek, ülkeler için daha dirençli ve sürdürülebilir bir gelecek sağlayabilir.

Kaynak: Temiz Enerji

Başa dön tuşu